Gönül Dağı 1. Bölüm Altı Çizili Satırlar



 Balonla 5 Hafta

İnsanın toprakla arasında bir bağ vardır. İnsanın dağdaki taşla, ovadaki çalı dikeniyle arasında bir bağ vardır. İnsanın doğduğu, doğar doğmaz suyunda yıkandığı, havasıyle nefesini aldığı, düştüğü, kalktığı, dizlerini kanattığı yerle arasında bir bağ vardır. Ve bunun adına memleket derler. 

Herkesin memleketi kendine güzel gelirmiş. Bizimki de bize güzel geliyor işte. Sokaklarında dilediği hoparlörleri, seyyar satıcıları, modifiyeci gençleri, bas bas bağıran motosikletleri. Ben diyeyim Masallar Ülkesi siz deyin Gedelli Beldesi.  

Çocukluğumuz patates karıklarının, elma bahçelerinin ve Neşet Ertaş türkülerinin arasında geçti. 

Her çocuk gibi bir takım haşarılıklarımız da olmadı değil. 

*****

Dedem Ciritçi Abdullah. Sert adamdı. Ama gülümsedi mi tutuverdi kalbinden insanı.

Hayal kurmayı biz O'ndan öğrendik. Yılkı atlarını, bozkırın masallarını...

Karınca katarı gibi geçip giden trenleri, o trenlerle uzaklardaki babama selam yollamayı ve Gönül Dağı'nı.

Gönül Dağı'nın hikayesini en güzel dedem anlatırdı. Zamanın birinde gariban bir çoban kasabadan bir kıza aşık olur. Ama kasabalı onu alaya alıp gönlünü kırar. Çoban da kendini Gönül Dağı'na vurur. Dedem der ki o gün başladı Gönül Dağı'ndan taşlar düşmeye. O günden beri nerede bir aşığın kalbi kırılsa Gönül Dağı'ndan bir parça taş düşer, ama büyük ama küçük. 

Bozkırın ortasında gönlü kırılan o kadar çok aşık, masum kalmış o kadar çok aşk var ki benim Gönül Dağı'ma yazılmış aşk da oydu: Dilek'ti adı. Öğretmenin kızıydı. Daha aşkın ne demek olduğunu bilmeden sevdim ben onu. Kalbimin attığını ilk onun yanında öğrendim. İlk onun yanında mutlu olmayı. Gülmeyi, doludizgin özgürce koşabilmeyi... İlk onun yanında üzülmeyi. Göğüs kafesini yırtarcasına heyecanlanmayı. 

Bir de gitmeleri vardır bizim buraların. Çok meshurdur zamansız gitmeleri. Önce bir fısıltı yayılır dilden dile. Annesinin tayini çıkmış derler, babası iş bulmuş derler. Almanya'dan amcasıgil çağırmış derler. Sonra bir bakmışsın evlerinin önüne kocaman bir kamyonet yanaşmış. Bütün gülücüklerini hayallerini, hatıralarını yüklenmiş gidiyor. Geride bir çift ıslak bir bakış kalmış mı kalmamış mı aldırmadan.

Bozkırın iklimi hep böyledir sizin anlayacağınız. Aşkları naif ve güzel, kavuşmaları çetin ve neredeyse imkansızdır.

İnsan kendini avutmak için birçok yol bulabiliyor. Veysel, Ramazan ve ben bir sürü icat yaptık kendimizce. Hani olur da bir gün, belki bir gün kasabanın sınırlarını aşar bir yerlerde Dilek'le karılaşırım diye.

*****

Dilek'in gelişiyle Taner'in içinden geçirdikleri:

Unutur muyum hiç, ne dağda çiçek topladığımız o günü, ne o çiçeklere kıyamayışını. Sizi burdan alıp götüren kamyonetin plakasını bile unutmadım: mavi brandalı kırmızı dorse. Ben seni her gün rüyamda gördüm. Her gün rüyamda benimle beraber büyüdün. Her uyandığımda kalbimin şurası sızladı. Seni düşünmeden geçirdiğim tek günüm bile olmadı. Biliyor musun... Nasıldır, ne yapıyordur, iyi midir diye?

******

Dilek'in gidişinden sonra Taner'in içinden geçirdikleri:

Demiştim ya Bozkır'ın en büyük adetidir bu zamansız gelmeler ve gitmeler. Çünkü gelmek gitmenin kardeşidir buralarda.  Her kavuşma bir ayrılığın habercisi. Ben bunu en iyi babamdan biliyorum. Her gelişinde bir öküz otururdu içime. Çünkü bilirdim ki bu gelişin bir de gidişi vardı. Gelen bir telefon, ilçe garajında beklediğimiz otobüs, önümüzdeki çayları içemediğimiz o suskunluk, sadece bir kaşığın bardakta dakikalarca çıkardığı sesin adıydı ayrılık. Ve bunu en iyi ben bilirim. Çünkü hayatım boyunca hep geride kalan oldum. Hep el sallayan oldum. Ama bu defa öyle olmayacak. Bu defa izin vermeyeceğim.

UyarlamaMustafa Çiftçi'nin Hikâyelerinden
SenaristAli Asaf Elmas Mustafa Becit



YORUM BIRAK

Daha yeni Daha eski