Pyotr Nikolayevich'e ait Çerkeslerin sürgünü tablosu
Rus Çarlığı senelerce başına bela olmuş Don ve Volga Kazaklarına Stanitsa denen askeri-köyler kurarak ve onlara işgal ettiği topraklardan dağıtarak bir kolonizasyon hattı meydana getirmişti. Kafkasya’nın işgalinde sona yaklaşılırken, Rusya’da senelerdir süren Serflik 1861’de kaldırılmış, Serfliğin kaldırılmasıyla hürleşse de topraksız olan ve sayıları on milyondan fazla olan Rus kölelere işleyebilecekleri verimli topraklar Kafkasya’dan dağıtılmıştı.
Bu toprak dağıtım süreci, Karadeniz sahil şeridindeki Çerkeslerden ‘temizlenen!’ köy ve kasabalardan başlamak üzere doğuya doğru tüm Kafkasya’ya uzanmıştı. 1783’te işgal edilen ve Ruslaştırılan Kırım gibi, Çerkesya’nın tüm Karadeniz sahil şeridi her ne pahasına olursa olsun Çerkeslerden temizlenecek ve Ruslaştırılacaktı. Rus kolonizasyonu Kırım, Çerkesya ve Abhazya’da yerli halkların soykırıma tabi tutularak imhasıyla ve arta kalanların da topluca sürgün edilimesiyle son bulmuştu.
Sürgün öncesinde Çarlık Rusya bölgede yeni kurulan 111 Stanitsa’da 14 bin 223 aile ve yaklaşık 85 bin nüfus yerleştirmişti. Bu süreçte kuzeyde Don Nehri’nin ağzından, güneyde Abhazya’ya, Batı’da Kerç boğazından, doğuda Hazar kıyısındaki Kuma’ya kadar olan tüm Kafkasya’da toplam 440 bin Rus-Kazak-Ukraynalı vs. iskân edilmişti.
Bu iskânlar sürecinde bölgedeki Çerkesler ile uzun süren savaşlar yapılmış, halk soykırıma uğratılmış, hayatta kalabilenler diğer kabilelerin yanlarına ve yüksek dağlara sığınmak zorunda kalmıştı.
Bu savaşlar sürerken onbinlerce Çerkes ailesini kaybetmiş, dul ve yetim kalanlar, açlık ve sefalet içinde köle tüccarlarının eline düşmüştü. 19. yüzyılın başlarından 1864’e kadar olan süreçte, onbinlerce hür doğmuş Çerkes, dul ve yetimler başta olmak üzere Rus savaşlarının ve soykırımın yıkıcı neticeleri sonucunda köleleştirilerek Osmanlı topraklarına satılmak durumunda kalmıştı.
1856 Kırım Savaşı’nı kaybeden Çarlık Rusya, ciddi bir prestij kaybına uğrayıp Karadeniz’de donanma bulundurma hakkını dahi kaybetmiş, bu mağlubiyetini de Kafkasya’daki direnişe saldırarak gidermeyi tercih edip, Dağıstan ve Çeçenistan’da faaliyet gösteren İmam Şamil 1859’da esir edilmiş, Rus kolonyalizminin önünde engel olarak sadece Çerkesya ve Abhazya kalmıştı. Mücadele bu bölgelerde şiddetlenerek devam etmiş Çerkes ve Abhazların direnişi 1864’e kadar altı sene kadar daha sürmüştü.
Süreçte Çerkeslerin hızla Kafkasya’yı boşaltmalarının sağlanması için de askeri birlikler şiddet uygulamış, halk kadın ve çocuklar ayırt edilmeksizin katledilmiş, Çerkeslerin köyleri ve tarlaları yakılmış, halka aç kalıp ölmek ya da sürülmekten başka seçenek bırakılmamıştı. 21 Mayıs 1864’te Soçi sırtlarındaki Kbaada’da gerçekleşen son savaşta Çerkesler mağlup olmuştu.
Karadeniz sahillerine sürülen yüz binlerce Çerkes’in perişan hâline şahit olan Rus tarihçi Berje’nin sözleri 1864 gerçeğini gözler önüne sermiştir: “Novorosisk Körfezi’nde toplanmış 17 bin dağlının bende bıraktığı korkunç izlenimi hiç unutmayacağım. Yılın bu sert zamanında neredeyse tamamen gıdasız kalan, tifüs ve çiçek salgınıyla kırılan bu halkın hâli içler acısıdır. Gökyüzünün altında çıplak arazide yırtık elbiselerinin içinde katılaşmış cesediyle yatan genç Çerkes kadının ve biri can çekişen diğeri annesinin göğsünden süt emmeye çalışan çocukların manzarası hangi kalbi sızlatmaz? Benzer pek çok sahne gördüm…”
1864 öncesinde, Osmanlı Devleti kıyılarından Rus işgalindeki Karadeniz sahillerine kayık ve sandalların gitmesi yasak iken, Trabzon’daki Rus Konsolosu Çerkesya ve Abhazya sahillerinden muhacir nakletmek isteyenlere hemen açık pasaport vermeye başlamıştı. Rus koloniyalizmi Çerkes ve Abhazlardan arındırılmış bir Batı-Kafkasya için her tür imkanı seferber edip, hayatta kalan tüm Çerkes ve Abhazları da bir an önce nakletme işine koyulmuştu.
Rus subay Ivan Drozdov, Soçi’ye ulaşmaya çalışan Çerkeslerin mahveden yürüyüşünü anlatırken: ‘Erkek, kadın, çocuk, yaşlı bir Çerkes kafile, açlıktan ve hastalıklardan bitkin cesetler halinde yürürken, aç köpeklerin saldırısına uğrayıp canlı canlı yeniyordu…’ ifadesini kullanmıştı.
1864 Çerkes Soykırımdan canlarını kurtarabilen Çerkesler oldukça yabancısı oldukları Osmanlı coğrafyasının uzak köşelerinde, farklı etnik, din, mezhep ve kültürden halklarla bir arada yaşama becerisi kazanırken, kimi yerde de onlarla çarpışmış nüfusunun büyük bir kısmını da savaşlar, hastalık ve salgınlar sebebiyle kaybetmişti. Çerkesler ağırlıklı olarak Osmanlı topraklarına sürülse de, İngilizler tarafından gönderilen gemilerle de yağmalanan bir halktan geriye ne kaldıysa Malta, Cebelitarık ve hatta Jamaika’ya kadar taşınmıştı.
Çerkes Sürgünü
1863-1864 kışından itibaren Çerkeslerin sürgününde ciddi artış meydana gelmiş, başlangıçta 40-50 bin kişi olacağı tahmin edilen muhacirlerin sayısı, kısa zamanda 400 bine ulaşmıştı. Takip eden aylarda bu sayı fazlasıyla artmış, vaktiyle Kafkasya’da kalabalık köy ve kasabaların bulunduğu vadiler bir insana bile rastlanamayacak derecede ıssızlaşmıştı.
Aralık 1864’te sadece Trabzon’a sürülen Çerkes muhacir sayısı 100 bini geçmiş, çoğunun üzerinde giyeceği bir parça elbisesi bile olmayan, salgın hastalıklara yakalanmış bu kadar insanı Trabzon gibi nüfusu o dönem 10 bini geçmeyen bir şehirde barındırmak da mümkün olmamıştı.
İtalyan Dr. Barozzi’nin komiser olarak görev yaptığı Trabzon ve Samsun’a yaklaşık olarak 350 bin Çerkes getirilmiş, fakat sadece Trabzon’da hastalık, açlık ve sefalet yüzünden 35 bininin öldüğü kayıtlara geçmişti.
1864’ün ekim sonuna kadar sürülenlerden 40 bini Trabzon ve 60 bini de Samsun’da olmak üzere 100 binden fazla Çerkes ölmüş, şehirlerin çevresi Çerkes mezarlıkları ile dolmuştu. Trabzon kıyılarına ayak basan muhacirlerin sayısı yaklaşık olarak 220 bini bulmuş ve bunlardan dul ve yetimler başta olmak üzere yaklaşık 10 bini açlık ve hastalıktan ölmektense köle olarak satılmak zorunda kalmıştı.
Çerkeslerin İskanı
Osmanlı Hükümeti, muhacirlerin dağınık şekilde iskân edilmelerini benimsemiş olmakla birlikte, Çerkeslerin toplu halde iskan edilmelerinin siyasi ve askeri yönden uygun bulunduğu Sivas-Kayseri arasında yer alan Uzunyayla’da, Düzce-Adapazarı ve Güney Marmara’da toplu iskânlara da izin vermişti.
Devlet-i Ali’nin iskân siyasetinden Çerkeslerin payına düşen devletin bekası için gerekli görülen bölgelere iskan edilmeleri olarak gerçekleşmişti. 1864-1877 döneminde sadece Rumeli'nde iskan edilmiş olan Çerkes sayısı yaklaşık 400 bin olarak ifade edilmiş, Kemal Karpat tarafından verilen bilgilere göre 1860’lardan itibaren Kafkasya’dan sürülen Çerkeslerin sayısı 1.2 milyonu bulmuştu. Çerkesler kafileler halinde sürgün yollarına düştüğünde, Osmanlı Hükümeti kaybedilen savaşlarla azalan Müslüman nüfusu tahkim etmek, çıkması muhtemel bir büyük savaş öncesi Anadolu’da safları sıklaştırmak ve elde kalan topraklarda Müslüman çoğunluğu sağlamanın telaşıyla derin bir iskan siyasetini uygulamaya koymuştu.
Sinop’tan başlayarak, Samsun, Amasya, Çorum, Yozgat, Tokat, Sivas, Kayseri, Maraş, Adana, Antakya, Hama, Humus, Şam, Golan Tepeleri, Amman ve Akabe’ye kadar olan, Karadeniz’den Kızıldenize uzanan 1900 km’lik hat üzerinde en uzak köyler arası mesafe atla bir günde ulaşılmak kaydıyla Çerkesler iskan edilmişti. Bu hattın batısında yer alan Anadolu, Suriye ve Filistin toprakları her ne pahasına olursa olsun savunulacak ve devrin idarecileri tarafından devletin kırmızı çizgisi olarak kabul görecekti.
Düzce’den başlayarak, Adapazarı, İzmit, Yalova, Bilecik, Eskişehir, Bursa, Balıkesir’den Çanakkale’ye uzanan ikinci hat ise, başta İstanbul ve Saltanat olmak üzere boğazları da koruyacak şekilde Karadeniz’den Ege’ye kadar uzanmıştı.
Bu iki hat dışında iskanlar olmuşsa da Çerkeslerin yüzde 90’ı bu bölgelerde askeri ve siyasi saiklere göre iskan edilmişti. Yıkılmakta olan devletin ön görü sahibi idarecileri Çerkesleri tarım ve hayvancılığı kalkındırması için değil, devletin en iyi şartlarda yıkılmasını sağlayacak harplerde savaşması beklentisiyle iskan etmişti.
Kaynak: bianet
Yorum Gönder